pansiyonara.com

Friday, August 10, 2012

Hayatımın ilk pansiyonu

İlk kez 1970 li yıllarda tanıştım pansiyonlarla. 1971 ya da 1972 yılıydı. Annem ve Babam, Avşa Adasına gitmekten söz ediyorlardı ve ben böyle bir adanın varlığından bile habersizdim.

Hayatımın en güzel tatillerinden birisine çıkacağımdan habersiz olarak bir sabah erkenden Karaköy- Salıpazarı Rıhtımından kalkacak olan "Avşa" vapuruna bindiğimizde çok heyecanlanmıştım.
O güne kadar bindiğim en büyük gemide altı saat sürecek yolculuğumuz için koltuğumuza oturduktan sonra epey bir süre geminin kalkmasını beklemiştik.
Gemi büyüklüğünü rıhtımda duran dev transatlantiklerle kıyasladığım zaman küçücük, ancak turuncu bacalarından simsiyah kömür dumanı çıkararak giden şehirhatları vapurlarından çok büyüktü. Ama yine de "bizim" gemimizin çok büyük olduğuna, neredeyse dev yolcu gemileri kadar olduğuna kendimi inandırmıştım.
Yıllar sonra birgün Karaköy Rıhtımında dev transatlantiklerin yanında duran Avşa Vapuru'nun , aslında şehirhatları vapurlarından azıcık büyük bir gemi olduğunu kabullendim.

Gemi kalkarken hepimiz güverteye çıkmış İstanbul'u izlemeye başlamıştık. Bir Coğrafyacı olacağımı o zaman bilmiyordum fakat Coğrafyacılara özgü merakla ortamı izleme, araştırma, karşılaştırma, dağılış, farklılık, benzerlikleri incelemeleri yaparak  İstanbul'u yavaş yavaş geride bırakmaya başlamıştık. Ta ki Ambarlı açıklarından sonra İstanbul silik bir siluet olduğunda, herşeyi bildiğinden hiç kuşku duymadığım Babama soru sormayı bıraktım ve gemiyi keşfe çıktım.

Avşa Adasına gelmeden önce Vapur Marmara Adasına uğrarmış.

Bunu o sıralarda bilmediğim için Marmara Adası'nı görünce Avşaya geldiğimizi sanmıştım.
O tarihten yıllar sonra İstanbul Üniversitesi Coğrafya Enstitüsünün efsane Hocalarıyla Marmara Adasını defalarca karış karış gezdiğimizde de aynı vapura binmiştik ama bu kez Babam artık hayatta değildi ve o yolculuk bana çok üzüntü vermişti..

Marmara Adasından kalktıktan bir süre sonra Ekinlik Adasını, bir köşesinden de Paşalimanı Adasını görüp Avşa Adasına geldiğimizde uzun yaz gününün öğleden sonrasının sıcaklığı devam ediyordu.

O tarihlerde Avşa Adasına "Avşa Vapuru" gibi "dev"!  bir geminin yanaşacağı bir iskele olmadığı için koca geminin yolcuları, bavulları, torbaları, bisiklet, masa , sandalye gibi hertürlü eşyalarıyla birlikte balıkçı motorlarına bindirildi. Tabii biz de bir motora bindik ve o yıllarda belki de dünyada eşssiz denilecek kadar güzel Avşa Adasının uçsuz bucaksız gibi görünen sahilinde minik bir iskeleye çıktık.

İskelede çok büyük bir kalabalık vardı. Avşa'nın yerlileri ve o yılllarda başlayan "Avşa Modası" nın ilk öncüleri olan yerli turistler ( ama sanki adanın yerlileri gibi ) haftanın belirli günlerinde gelen vapuru karşılamaya gelirlermiş ve bizde bir sonraki vapuru tıpkı bizi karşılayanlar gibi karşılamaya çıkmıştık tabii adanın yerlisiymiş gibi davranmaya çalışarak..

İskeleye inen yolcuların ve tabii bizim de çevremize insan kalabalığı içinde birileri sardı hemen " pansiyon",  " boş oda var" , " kaç kişisiniz? , "a tamam buyurun bizim pansiyonumuzda yer var" gibisinden diyaloglar sürerken Annem ve Babam bize siz burada oturun biz pansiyon bakacağız diyerek yanımızdan ayrıldılar. Biz çocuklar ise biran önce denize girme derdindeydik. O yıllarda İstanbul'un Floryası, Ataköy'ü, Menekşe Plajı falan da çok güzeldi ama burası bambaşka bir yer, olağanüstü güzellikte bir paljdı. Üstelik plaja girmek için bilet ya da başka birşey almanıza da gerek yoktu ve bu beni çok şaşırtmıştı. Çünkü İstanbul'da gittiğimiz bütün plajlara giriş paralıydı ve bir sebeble plajın dışına çıksan tekrar içeri girmek için bile para alırlardı.

Bir süre sonra Annemle Babam geldiler. Hep birlikte denize kesinlikle sıfır denilecek iki katlı, tertemiz ve bembeyaz bir eve geldik. Adını şimdi hatırlamama hiç olanak olmayan ama hala gözümün önünde her ayrıntısıyla duran,  üstünden kırk yıl geçmesine rağmen şimdi gitsem elimle koymuş gibi bulacağımı sandığım ama asla bulamayacağım pansiyondan içeri girdik.

pansiyonun sahipleri şişman bir teyze ve saçları dökük bir amcaydı. Sanki yıllardır görmedikleri akrabaları gelmiş gibi karşılandık. Bize kalacağımız odaları gösterdiler. Annem ve Babamın kalacağı oda,  ablalarımın kalacağı oda ve abimle benim kalacağım oda olmak üzere üç ayrı odaya anında yerleştik bile. (En güzel odayı da kızlar kapmıştı!)
Biran önce denize gitme derdinde olduğumuz için sadece valizleri açıp mayoları giydik, havluları aldık ve denize uçarak gittik.

Bütün o hengame içinde pansiyonu tanımak için en ufak bir çaba göstermedik ama daha sonra o pansiyon sanki evimiz oldu. O sıralarda hep öyleydi-aliminyumdan yapılmış bir boru ve ucuna süzgeç takılmış -bir duş, alaturka wc, buzdolabı, ocak, en basitinden ve ucuzundan tabak-çanak, bazısı aliminyum bazısı kalaylı bakır tencere gibi malzemelerle donatılmış mutfak araç gereçleri, masalar ve sandalyelerden oluşan mutfak ama hepsinin ortak özelliği pansiyonun diğer sakinleriyle paylaşılmasının zorunluluğuydu.
o pansiyona ait daha bir çok anım var..Orada tanıştığım ve hayat boyu hiç unutmayacağımı sandığım arkadaşlarım, Annemlerin kırk yıllık ahbabı sandığım diğer sakinler, dedem ve büyük annem gibi sevdiğim pansiyoncular, Annemin o mutfakta yaptığı ve sizler tadamadığınız için çok üzgün olduğum güzelim yemekler, pansiyonun önünden geçen Avşa'ya özel dondurmacıdan ikide bir dondurma yemek için Babamdan aldığım bazen de Annemden tırtıkladığım harçlıklar gibi pek çok anım var.

Bugün herbiri butik otel özelliğinde olan, suite apartlar, klimalı, duşu-wc si içinde olan balkonlu ve lcd tv.li pansiyonlarla kıyaslandığında bir nevi toplama kampı hücresi gibi olan pansiyonlarla ilk kez o zaman tanıştım. Ve şimdi www.pansiyonara.com adında bir internet sitesi ile milyonlarca kez tıklanan pansiyonların tanıtımını yapıyorum.

Hepsi birbirinden güzel, temiz, şık, bahçeli hatta havuzlu pansiyonları tanıtıyorum ama hayatımda ilk kez gittiğim o pansiyon kadar güzelini bir daha hiç görmedim çünkü o pansiyona Annem, Babam ve kardeşlerimle çocuk olarak gitmiştim.

Bu yazıyı okuyacak olan sevgili dostlarım, inanın önemli olan lüks değil. Günümüz "züppelerinin" aaa şusu da var ama busu yoook diye tanıttıkları, bir lahmacunun elli lira olduğu "butik oteller" den elimizden geldiğince kaçınarak sizlere tanıtmakta olduğumuz pansiyonlar, küçük oteller, apart evler, eğer günün birinde sizin çocuklarınız için benim gittiğim ilk pansiyon tadında olacaksa gidin o pansiyonların tadını çıkartın.

Aydın Atıcı
www.pansiyonara.com & www.butikhotels.com sitelerinin editörü,
"azılı" doğa korumacı, coğrafyacı ve Milas Balcılar Köyü'nün
"Hocası"

Labels: , ,